Blog

Ben Kimim?

Bilmeceleri sever misin? Öyleyse dikkatle dinle sözlerimi. Sana hem çok kolay hem de çok zor bir bilmece soracağım. İpuçlarını birleştir ve bul bakalım: “Ben kimim?”


“Var olmak ya da olmamak, mesele bu.
Gözü dönmüş talihin sapanına, oklarına,
İçin için katlanmak mı daha soylu,
Yoksa bir dertler denizine karşı silaha sarılıp
Son vermek mi onlara? Ölmek, uyumak.” 1

Babasının, tahta çıkan amcası tarafından öldürüldüğünü ve kısa bir süre sonra, hep bu ikilemler içinde yaşadı dostum Hamlet. Aklından ve yüreğinden ne geçerse anlatırdı bana. O kadar yakındık işte, ama yine de bazen ben bile anlayamazdım onun hareketlerini. Deli taklidi mi yapıyor yoksa gerçekten delirdi mi? Benim için fark etmez. Dostum o benim! Canını canım, kinini kinim, intikamını intikamım bildiğim dostum… Bu yüzden hep bir adım arkasındaydım. Hayaletle konuşurken, kentteki tiyatro oyuncularından yazdığı senaryoyu okumalarını isterken, annesiyle konuşmalarını perdenin arkasından gizlice onları dinleyen adamı öldürürken, bu cinayet yüzünden İngiltere’ye sürgün edilirken, amcasının tuzağını fark edip geri dönerken ve son düellosunu ederken, ben oradaydım. Ah, o düello! Ne kadar isterdim o tuzağı bozabilmeyi, dostumu kurtarabilmeyi. Ancak mühürlüydü dilim, kadere karşı gelemezdim. Hamlet’i kaybettikten sonra, onun için tek yapabildiğim anısını yaşatmaktı. Anlatmaktı trajedisini tüm dünyaya. Ben de öyle yaptım.


“Sevdadan yana kim olursa olsun,
Yaşça başça ileri,
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökteki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee;” 2

Birbirlerini sevmekten başka bir şey düşünmezlerdi. Küçüklüğümüzden beri böyleydi. Memleketimiz olan bir deniz ülkesinde, üçümüz beraber büyürken, aşkları gözlerimin önünde yeşerdi. Herkes onların hikâyesini romantik bir aşk hikâyesi sansa da, öyle değildi. Ben bilirdim gerçeği. Annabel Lee hastalanıp öldükten sonra bile ayrılmadılar. Sadece manen mi? Hayır! Madden de ayrılmadılar. Neden mi? Çünkü her gece, ay çıkınca, mezarına gider, uzanır yanına, beklerdi gelinini azgın dalgaların sesleri arasında.


“- Şiirin, aşkı yok edecek gücü olduğunu kim keşfetti acaba?
– Şiir aşkın gıdasıdır sanırdım.
– Güzel ve sağlam bir aşksa… Ama sadece basit bir özentiyse, tek bir sone aşkı öldürebilir.” 3

Zavallı (yoksa şanslı mı?) Elizabeth! Arkadaşımın annesi teyzem Bayan Bennet’ın hayali beş kızını da zengin ve uygun erkeklerle evlendirmekti. Eğer o dönemde İngiltere’de yaşayan fakir bir ailenin kızıysanız, kaderiniz bu demektir, sizin duygularınızın bir önemi yok. Herkes Bennet kızlarının da aynı kadere boyun eğeceğini düşünüyordu. Ancak ben biliyordum, arkadaşım Eliza (yani Elizabeth) farklıydı. O zekiydi, yani sırf bir adam zengin diye onunla evlenecek biri değildi ya da içinde yaşadığı toplum ondan bunu bekliyor diye. Neyse ki ona meydan okuyabilecek biriyle, Bay Darcy ile tanıştı. O gece Bay Darcy, Eliza ile dans etmeyi yüksek sesle reddedince gülsem mi arkadaşıma üzülsem mi bilemedim. Tabi sonrasında onu sakinleştirmek kolay olmadı. Sonraki sosyal etkinliklerde sürekli karşılaşan bu çiftin atışmalarını izlemek bir hayli zevkliydi. Her şey ne güzel gidiyor derken Wickham (ben ona Wicked* diyorum) ortaya çıktı. O adamı hiç gözüm tutmamıştı ve zaman da beni haklı çıkardı. Wickham’ın asıl niyeti ortaya çıktı (tabi bizi kurtaran Bay Darcy idi.) ve Eliza’m o adamdan kurtulup, gerçekten istediği bir hayata yelken açtı. Öyle olaylar oldu ki, anlatsam roman olur. Bana da üç kızını da evlendiren teyzemi tebrik etmek düştü. Eminim ki bu yaşananlar, başta İngiltere sonra da tüm dünyada dilden dile anlatılacak.

Bulabildin mi kim olduğumu? Öyleyse haydi devam edelim.

“DOĞRU! -gergin- hep korkunç derecede gergin olmuşumdur ve hala da öyleyim; ama deli olduğumu neden söylersiniz ki? Bu hastalık duyularımı keskinleştirdi; yok etmedi ya da onları köreltmedi. En çok da işitme duyumu. Dünyada ve cennette olan her şeyi duyardım. Cehennemden de çok ses duydum. Nasıl yani, deli miyim? O halde dinleyin! Ve hikâyenin tümünü nasıl sağlam ve sakince anlattığımı görün.”4

O geceyi hala dehşetle hatırlıyorum. Bunu bir hayaletin ağzından duymak size gülünç gelebilir, ama gördüklerimi görseydiniz… Her şey gece yarısından sonra oldu. Bu vakitler tehlikelidir siz ölümlüler için. Bu vakitlerde siz saklanmalısınız; çünkü zaman benim gibilerin ortaya çıkma zamanıdır. O da bu vakitlerde gitmişti yaşlı adamın odasına, bir hafta boyunca. Adamın odasına girip, onu bir süre izler, sonra geri dönerdi. Yüzünde aradığını bulamamış birinin ifadesi ile… Fakat sekizinci gece… İşte o gece herşey farklıydı. Bu kez yaşlı adamın odasına girip, onu görünce donakaldı. Bense onun aurasını** görünce donakaldım. Önce sararan, sonra kızaran ve sonunda kararan bir aura… Kaçmayı düşündüm, ama merakıma yenik düştüm. Ne derler bilirsiniz: Fazla merak kediyi öldürür. (Neyse ki ben zaten ölüyüm. Ha ha ha!) Kaldım ve izledim. Feneri yavaşça açtı, ta ki ince bir ışık huzmesi yaşlı adamın açık gözüne vurana kadar. Adamın gözüne baktıkça aurası daha da kararıyor, kalp atış sesi yükseliyordu. Demek ki mesele adam değildi, gözüydü!*** Evet, evet, onun donuk mavi ve üzerinde iğrenç bir örtü olan akbaba gözüydü! Yoksa değil miydi? Zihni, ruhun kontrolündeki bedeniyle öyle bir savaşa girmişti ki, şimdi seslerini duyabiliyordum. Kalp atışları gittikçe yükselirken, bu sesin yaşlı adamın kalbinin sesi olduğunu sanıyordu ve korkuyordu onun komşularca duyulacağından. Bu yüzden bir an önce işini bitirip, o şeytani gözden ebediyen kurtulacaktı ve yaptı. Onu öldürüp, bedenini parçalara ayırdı ve oda döşemesinde üç tahta söküp, parçaları oraya koydu. Tüm bu işler bittiğinde saat 4 olmuştu ve zil çaldı. Kapıyı açtı. Karşısında üç polis memuru… Onları karşıladı, evi dolaştırdı ve evde bir sorun olmadığından emin olmalarını sağladı. Bedeni sakindi ama yüreği… Her geçen dakika yükseliyordu sesi, hızlanıyordu atışları. Polislerin kalma süresi arttıkça, onunda hareketleri abartılı heller alıyor, ses tonu yükseliyor ve kalbi daha sık ve yüksek sesle atıyordu. Ve daha fazla dayanamadı.
“Alçaklar” diye bağırdı, “Daha fazla numara yapmayın! -Döşemeleri kaldırın! Burada! Burada!- Bu onun lanet kalbinin sesi!”4

“Buraya kendi isteğinle mi geldin?” diye sormuş Çirkin.
“Evet” demiş Güzel.
“O zaman baban sabah olunca buradan gidecek ve bir daha buraya hiç gelmeyecek.”
Sabah olup da babası gidince Güzel tek başına kalmış. Önce bir süre ağlamış, ama sonra gördüğü rüyayı hatırlayıp biraz olsun rahatlamış. Rüyasında bir peri; “Üzülme, babanınhayatını kurtarmak için gösterdiğin bu cesaret karşılıksız kalmayacak,” demiş ona. 5

*İngilizce’de “wicked” kötü huylu anlamına gelmektedir.
**Aura, Paranormal veya Tinsel anlamda kullanılan bir terim olup, canlıların bedenlerinden yayıldığı varsayılan ışınımla oluşan ve gitgide yayılan tesir kuşakları tarzında kendini gösterdiği iddia edilen elektromanyetik alana verilen addır.
***İngilizce’de göz anlamına gelen “eye” kelimesi ile ben anlamına gelen “I” kelimesinin okunuşları aynıdır.

İyi kalpli bir kızdır Güzel. Tüccar olan babasının yokluğunda, iki kötü kalpli ablasının ona yaptıklarına dayanamadım daha fazla ve Güzel’in hayatını bağladım bir güle, Çirkin’in şatosundaki güzel bir güle. Babası izinsiz kopardığında o gülü, ona karşılık kızını istedi Çirkin. Güzel çok severdi babasını, feda etti kendini onun için. Ve yapayalnız kaldığında Çirkin’in şatosunda, ağladı için için. “Ağlama Kraliçem!” dedi Çirkin, “ Bu şatoda ne varsa, artık senin.” O zaman evini görmek istedi Güzel. Karşısındaki sihirli ayna, uzattı ona bir el ve gösterdi evini. Şimdi ev hasreti biraz dinmişti. Anladı ki çok çirkin görünse de, Çirkin altın kalpli biri. Böylece zamanla burada yaşamaya alışabildi. Ve söz verdi Çirkin’e, asla onu bırakıp gitmeyecekti. Aman! O da ne? Babası hasta yatıyor döşekte. “Gönder beni evime!” dedi Çirkin’e ve gönderdi Çirkin, bir hafta sonra geri döneceğine söz verince. Güzel kardeşlerini evde gören ablalar döndüler deliye. Oynadılar ona bir oyun ve göndermediler geriye. Bense seslendim Güzel’in kalbine ve zihnine. Uyanınca rüyadan, hemen koştu Çirkin’e. Şatoyu aradı taradı ama bulamadı Çirkin’i. En sonunda buldu bahçede soğuk bedenini ve söyledi ona bir daha ondan ayrılmak istemediğini. O anda şato değişti, güzelleşti. Ve kayboldu Çirkin, yerine bir prens geldi. İşte dedim Güzel’e, ödülünü aldın cesaretinin ve sihirli değneğimle çevirdim tüm halkı eski haline. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Uzun ve zor bir bilmece, değil mi? Peki, kim olduğumu bulabildin mi? Aslında çok uzaklarda aramana gerek yok beni. Çık sokağa ve bak etrafına. Beni dış görünüşümden tanıyamasanda, elini tuttuğum dostumdan tanıyabilirsin. Dostumun pekçok adı vardır, ama ben sana en bilinen, en genel adını söyleyeyim: kitap.
Ben kim miyim?

Ben kitap okumayı çok seven biriyim. Ya SEN?

Rabia ÇAKIR

KAYNAKÇA
1 Hamlet, William Shakespeare, Türkçesi: Bülent Bozkurt, Remzi Kitabevi, Birinci Basım, 1999, İstanbul.
2 Annabel Lee, Edgar Allan Poe, Türkçesi: Melih Cevdet Anday, Tercüme Dergisi, “Şiir Özel Sayısı”, 1946, Günay Tulun Özel Arşivi.
3 Gurur ve Önyargı, Jane Austen, Türkçesi: Hamdi Koç, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, 2006.
4 Gammaz Yürek, Edgar Allan Poe, Türkçesi: Aslı Akarsakarya.
asliakarsakarya.wordpress.com/edgar allan poe/gammaz yurek .
5 Güzel ve Çirkin, Madame de Beaumont, Türkçesi: www.masaloku.com