Page 17 - index
P. 17
17
ALTIN DERGİ | Edebiyat ve Kültür Dergisi
yaşamımız süresince susamış olabileceğini emperyalizmin başlattığı savaşların yol açtığı
unutmamak. “Beni düşünme, dedindi ölümler ve köyünde, kasabasında kimsenin
ayrılırken / Düşünmüyorum ki / Düşüncem bilmediği insanlar, insanlarımız…
sende kalmış.” Düşüncemin birilerinde
kaldığı zamanlar ne denli dingin olduğumu “Bir adam ölmüştür ama, / Düşmedi
biliyor ve bunun bana verdiği keyf tadıyorum. toprağa henüz vakit. / Hayatını devrettik
Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirinin her dizesinde, ağaçlara/ Kalbi kimlere ait.”
bu keyfn izlerini yakalayıp onunla bağlarımı İşte 21. yüzyılda bir yürüyüşü Anadolu’dan,
güçlendiriyorum. O zaman beklemesi; o kimseyi bilmeyen, kimsenin bilmediği
yaşamaya, düşünmeye, hayaller kurmaya adamdan başlatmak, böyle bir şeyi hayal
devam etmesi gerekir insanın diyorum. Çünkü etmek… Bu belki de yeni bir şey değil. Fakat
bu genel bir insanlık macerasıdır. Bu “Çocuk yine de tüm benliğimi harekete geçiriyor.
ve Allah” arasında bir ilişkidir. Doğduğundan Olmasını, gerçekleşmesini istemek bile
ölünceye kadar da süreceğine inanırım. heyecanlandırıyor beni.
“ Sen Deniz Gök …/ Bir telgraf direği dibinde, / Zamanlar
Bir an dursanız uykuda kadar telaşsız ve köpüksüz, / Yürüyordu, /
Sivaslı bir karınca. / Sesi, adımlarının sesi,
Büyür bir yosun geceye karşı. memnun ve bahtiyar / … Gayretle, çalışmakla,
yorulmazlıkla, / Kara toprağın alnı üstünde,
Tedirgin olur ölüler kara, / Yürüyordu, / Alın yazısından daha hür.
Bir an yaslansanız karanlığa “Sivaslı Karınca’yı” okuyunca “Kızılırmak
Sen Deniz Gök” Kıyılarında” şairin görmediği ama duyduğu
çağıltıyı hatırlarım. Çağlayan, akan; “Siyah
İşte bütün mesele durmamamız; geceye leşlerle kararmış” berraklığı olmayan Kızılırmak
karşı o yosunu büyütmememiz gerekir. Bu değildir. Fakat o çağıltıyı sizler de, belki de
bizim, yani insan varlığımızın, ölen yanını hepimiz duyabiliriz. Çünkü o, çağıldamaya
dahi huzursuz eder. Oysa; “Deniz” ve “Gök” hep devam edecektir. Fazıl Hüsnü Dağlarca,
olmak yaraşır insan varlığına. İşte o zaman Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Sezai Karakoç
Yaratan’ın, evrenin ve kendimizin farkına ve daha niceleri bizi o çağıltıyı duymaya
varır da içimizdeki o çocuğu daha fazla çağıracaktır. Düşünce ve duygu dünyamızı,
sevmeye, beslemeye başlarız sanırım. Zaten kültürümüzü, tüm insanlıkla bütünleştiren
içtenlikli sevinmelerimiz, üzülmelerimiz o ustalarımızla birlikte “Ya ana kalk / Ya kadın
çocukla ilgili değil midir? Bunun aksi son yürü / Ya oğul koş,” ve her şeyin özü; vardan
anda gelen bir pişmanlık olur. “Bir gece beni vara, yoktan vara; her şeyden “Bir”e, “Bir”den
terk etti çocukluğum / Ki hala ellerimde bir her şeye “Ya su; anlıyor musun”
şafak / Herkes ölürken son anda / Bir gece
hatırlayacak. / Çocuğum tarlalar sarardı, / Yalçın KURU / Edebiyat Öğretmeni
Nur gibi olgun başak / Herkes ölürken son
anda / Bir çocuk hatırlayacak
21. yüzyılın tekniği, uzaklıkları ışık
yılıyla söylenebilen yıldızların uzaklığı,
ALTIN DERGİ | Edebiyat ve Kültür Dergisi
yaşamımız süresince susamış olabileceğini emperyalizmin başlattığı savaşların yol açtığı
unutmamak. “Beni düşünme, dedindi ölümler ve köyünde, kasabasında kimsenin
ayrılırken / Düşünmüyorum ki / Düşüncem bilmediği insanlar, insanlarımız…
sende kalmış.” Düşüncemin birilerinde
kaldığı zamanlar ne denli dingin olduğumu “Bir adam ölmüştür ama, / Düşmedi
biliyor ve bunun bana verdiği keyf tadıyorum. toprağa henüz vakit. / Hayatını devrettik
Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirinin her dizesinde, ağaçlara/ Kalbi kimlere ait.”
bu keyfn izlerini yakalayıp onunla bağlarımı İşte 21. yüzyılda bir yürüyüşü Anadolu’dan,
güçlendiriyorum. O zaman beklemesi; o kimseyi bilmeyen, kimsenin bilmediği
yaşamaya, düşünmeye, hayaller kurmaya adamdan başlatmak, böyle bir şeyi hayal
devam etmesi gerekir insanın diyorum. Çünkü etmek… Bu belki de yeni bir şey değil. Fakat
bu genel bir insanlık macerasıdır. Bu “Çocuk yine de tüm benliğimi harekete geçiriyor.
ve Allah” arasında bir ilişkidir. Doğduğundan Olmasını, gerçekleşmesini istemek bile
ölünceye kadar da süreceğine inanırım. heyecanlandırıyor beni.
“ Sen Deniz Gök …/ Bir telgraf direği dibinde, / Zamanlar
Bir an dursanız uykuda kadar telaşsız ve köpüksüz, / Yürüyordu, /
Sivaslı bir karınca. / Sesi, adımlarının sesi,
Büyür bir yosun geceye karşı. memnun ve bahtiyar / … Gayretle, çalışmakla,
yorulmazlıkla, / Kara toprağın alnı üstünde,
Tedirgin olur ölüler kara, / Yürüyordu, / Alın yazısından daha hür.
Bir an yaslansanız karanlığa “Sivaslı Karınca’yı” okuyunca “Kızılırmak
Sen Deniz Gök” Kıyılarında” şairin görmediği ama duyduğu
çağıltıyı hatırlarım. Çağlayan, akan; “Siyah
İşte bütün mesele durmamamız; geceye leşlerle kararmış” berraklığı olmayan Kızılırmak
karşı o yosunu büyütmememiz gerekir. Bu değildir. Fakat o çağıltıyı sizler de, belki de
bizim, yani insan varlığımızın, ölen yanını hepimiz duyabiliriz. Çünkü o, çağıldamaya
dahi huzursuz eder. Oysa; “Deniz” ve “Gök” hep devam edecektir. Fazıl Hüsnü Dağlarca,
olmak yaraşır insan varlığına. İşte o zaman Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Sezai Karakoç
Yaratan’ın, evrenin ve kendimizin farkına ve daha niceleri bizi o çağıltıyı duymaya
varır da içimizdeki o çocuğu daha fazla çağıracaktır. Düşünce ve duygu dünyamızı,
sevmeye, beslemeye başlarız sanırım. Zaten kültürümüzü, tüm insanlıkla bütünleştiren
içtenlikli sevinmelerimiz, üzülmelerimiz o ustalarımızla birlikte “Ya ana kalk / Ya kadın
çocukla ilgili değil midir? Bunun aksi son yürü / Ya oğul koş,” ve her şeyin özü; vardan
anda gelen bir pişmanlık olur. “Bir gece beni vara, yoktan vara; her şeyden “Bir”e, “Bir”den
terk etti çocukluğum / Ki hala ellerimde bir her şeye “Ya su; anlıyor musun”
şafak / Herkes ölürken son anda / Bir gece
hatırlayacak. / Çocuğum tarlalar sarardı, / Yalçın KURU / Edebiyat Öğretmeni
Nur gibi olgun başak / Herkes ölürken son
anda / Bir çocuk hatırlayacak
21. yüzyılın tekniği, uzaklıkları ışık
yılıyla söylenebilen yıldızların uzaklığı,